31 Ocak 2017 Salı

Yeni Grip Virüsü VİCTORİA

Türkiye'ye kadar ulaşan Victoria virüsü!!

Tüm dünyayı etkileyen victoria virüsü Avustralya'daki Victoria ile ABD'de bulunan Wisconsin'de ortaya çıktı. Zatürre,kalp krizi ve beyin kanaması gibi komplikasyonlara neden olan oldukça teklikeli bir virüstür. 65 yaş üzeri için daha tehlikeli olduğu için grip aşısına özen gösterilmesi gerekmektedir.


Bulgaristan Salgın Hastalıkları ile Mücadele Kurumu Başmüfettişi Dr. Angel Kunçev, A/N3N2 tipi gribin en tehlikeli türü olduğunu söyledi.

Adını Avustralya'daki Victoria şehrinden alan bu grip hayvanlarda değil,insanlarda görüldü ve birçok insanın ölümüne sebep oldu.

Tüm dünyayı etkileyen victoria virüsü ile 7,34 milyon nüfusu olan Bulgaristan'da son 16 yıl içinde 33 bin 368 kişi çeşitli grip komplikasyonlarından ötürü hayatını kaybetmiştir.

Gribin ilacı yoktur,kullanılan ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlar sadece şikayeti rahatlatır. Tamamen geçirmez.


Grip olan kişilerin  sıcak içecekleri tercih etmesi ve sıvı gıdaların kullanılması öneriliyor. Türkiye'de de özellikle Aralık ayında görülen grip

için önlemler alınması gerekmektedir.

30 Ocak 2017 Pazartesi

Bİ'ÇARE











Günler hızla yaklaştıkça ''KAYBOLUŞA''. İçimde sorularım ve ben. Yürürken sahilin kenarında, Gözümün önünde sen canlanıyor ve Senin de oradan geçmişliklerin, Ağzımda en sevdiğin şarkının ıslığı, Elimde de bir kumpir. Çocukları izlerken buluyorum kendimi. Karşımda bir dost, En iyi dinleyicim ve en iyi beni anlayan. Sonra gidiyorum ucu aydınlık olan karanlıklara. Kuşkular, Sanki bir yılanın zembereğinde sakladığı zehirden, bin kat daha etkiliydi. Boğuluyorum artık. Yokluğundaki sensiz dünya beni boğmaya başladı. Hani avına sarılan piton var ya işte onun gibi. Direndikçe bedenime sarılı olan hayat daha fazla sıkıyor, Sıkıyor sanki kemiklerim un ufak olurcasına. Günler hızla yaklaştıkça ''BİLİNMEZE'' Bana sadece dört şey eşlik ediyor. Cebimdeki bilet, Elimdeki bavul, Kalbimdeki sen ve Gözümdeki yaş. Aslında bilinmezde değilim, Biliyorum istesen bulursun beni, Geçmişi ve geleceği hatırlayarak bulursun beni. Günler hızla yaklaştıkça ''SONA'' Elerim yukarıda hayata teslim olmuşcasına gidiyorum. Giydiğim bu sensiz müebbet kefeni. Ebediyete dek üzerimde sarılı kalacak biliyorum. Günler hızla yaklaştıkça ''SENSİZLİĞE''. Bu fani bedenim artık kaldıramıyor sensizliğin yükünü. Ruhum ebedi azapta. Cehennem ateşine maruz bile kalmadan. Cayır cayır yanıyor yüreğimdeki sevdan. Günler hızla uzaklaştırdıkça ''BENİ SENDEN'' Gökteki Ay'a olan sevdasıyla tutuşan su misali, Gelgitlerle varmak istedim yanına. Ama şu biçare varlığım, ne çare ki sensizliğe bir derman bulamadı. Şimdi gidiyorum, Kaderimin bana kesmiş olduğu hükmü yaşamaya.


YAZAR: EMİN DİLER


İletişim: emin-diler@hotmail.com



29 Ocak 2017 Pazar

Sınavlar... Sınavlar...










Hayatımızın her vaktinin sınavla geçtiği bu dünyada ne kadar başarılıyız? Bizden istenilen koşulları yerine getirebiliyor muyuz? Bence hayır. Hiçbir zaman emin olamayız cevaplarımızdan. Çünkü, bu sorular değişkenlik gösteren sorular. Bir gün bir şey söylerken, diğer gün o dediğinin tam tersini söylemek gibi bir şey. Bu biraz karmaşık ve sıkıntılı bir süreçtir. Çözüm ise her zaman daha fazlasına ihtiyaç duyup daha çok geliştirmektir kendini.

Bazı sınavlardan başarıyla kurtulsak da, bazı sınavlardan mağlup olduğumuz ortada ve bu mağlup olma hissi bizi demotive ediyor. Demotive olunca da yıkılmışlık hissi ruhu ele geçiriyor. Bu zincirleme kaza her mağlubiyette vuku buluyor. Önemli olan mağlup olduktan sonra, kişinin kendisini motive ederek, üstesinden geleceğine inandırmasıdır. Bu da baya zor ama ulaşılınca içimizi ferahlatan bir süreçtir.

Bu meşakkatli sınav yollarında önemli olan ve hayatımızı değiştirecek olan tek kural,  insanın kendine olan güvenidir. Eğer insan kendine güvenirse bu zorlu sınavları, üstesinden gelerek atlatır. Dediğim gibi güvenirsen kendine, olursun kendine yaşam koçu.  :) 


YAZAR: Hilal TAPAN

Can Kırıkları

Can Kırıkları

Kırılan her şeyin bir çaresi, çözümü bulunur da, bir can kırılmışsa, çözümsüzdür. Bir şeyler kırılır, her gün kullandığın bardağın, en sevdiğin fincanın. Kalemin bazen... saçın, tırnağın, kalbin kırılır. Bir kaç dakika üzülür, içlenirsin bazılarına. Bazen hemencecik yerine başka bir şeyi koyuverirsin. Kimi zamanla kendiliğinden rayına oturuverir.

Ancak ne yapsan, ne etsen de acısı geçmeyen, yerine hiç bir şey koyulamayan kırıklar vardır. Can kırıkları...

Gerçektir onlar, acıdır. Acıtır, kanatır, yara bere içinde bırakır. Ne zamanla geçer sancısı, ne de teselliler kâr eder. Ancak gizlenir onlar yabancıdan. Minik, sahte bir gülümseme kimsenin görmemesi için yeterlidir. Onu görmek için, kalp gözü gerekir. Sesi çıkmaz can kırıklarının, oysaki feryat figandır ortalık. Toz duman birbirine karışmış, fırtınalı, şimşekli bütün felaketlerin çığlığı kadar yüksektir frekansı.

Can kırıkları vardır, giden sevgilinin ardından. Gitme der de yüreğin, duyulmaz ya sesi, işte öyledir. Gitmesi gerekir, izin vermen gerekir, dile gelmemesi gerekir haykırışların, yalvarışların. Kuyruğu dik tutmak gerekir. Kalanlar içinde birikir.

Can kırıksız hayatlar dileğiyle.


28 Ocak 2017 Cumartesi

Gel










Şimdi seninle karşılaşmak vardı. Bir sokakta yahut bir kitapta. O kitabın herhangi bir cümlesinde. Ama artık o da olmuyor. Cümleler dahi yan yana getiremiyor bizi. Özledim kelimesi az geliyor böyle zamanlarda. Yutkunamıyorum, nefes aldığımı hissetmiyorum, hissedemiyorum. Sanki yetmiyor nefesim. Yeni doğan bir bebek gibi hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum. İçimde, kalbime yakın bir yerde uğultu oluyor. Canım yanıyor sanki. Yokluğun bir zincir gibi elimi kolumu bağlıyor. Gel desem gelir misin? Çünkü biliyorum sen gelirim desen her şeyi bırakır sana koşarım. Saatlerce gel diye uğraşırım. Sahi sende özledin mi beni? Beraber şarkı dinlememizi, sıkıca sarılıp gökyüzüne bakmamızı, saatlerce susmalarımızı, nedensizce birbirimizi izlememizi... Ben özledim o günleri. Hem de çok özledim gülüşü güzelim. Sen özledin mi bilmiyorum ama bekliyorum. Tekrar geleceğin günü büyük bir sabırla bekliyorum.
Ben bu hikayede yalnız kalan taraf olmak istemezdim. Tek dayanağım sen iken sensiz kalmak istemezdim. Aklıma da gelmezdi bir gün tek başıma hayal kuracağım. Çünkü bilirsin bizim hayallerimiz bile beraberdi. Orada bile yalnız kalmama izin vermezdin. Sen beni nasıl yalnız bırakabildin gülüşü güzelim. Bu satırları yalnız yazmama nasıl izin verebildin? Hiç mi yanmıyor canın, hiç mi özlemiyorsun beni? Gökyüzüm dediğin gözlerim, hiç mi aklına gelmiyor? Ya verdiğimiz sözler... Her şeyi geçtim onları da mı unuttun? Bu gün yokluğunun üçüncü ayı. Sensizliğimin 92. günü. Çok değil mi? Bence de çok. Gelsen diyorum. Yine tutsan ellerimden. Ah be adam. Nasıl da belli yokluğun. Ne de güzel yakıyorsun canımı. Böyle mi olacaktık biz?
Bitti mi onu söyleseydin bari, söyleyip de gitseydin. Böyle bırakmasaydın beni. Böyle yarım kalmasaydım. Arka fonda Sezen Aksu çalarken yazıyorum sana bu satırları. O vazgeçtim diyor. Ben diyemiyorum. Vazgeçmeden gel istiyorum. Daha fazla yormadan gel. Olur mu... Wattpad - Sessiz Keman kitabından

YAZAR: Samime CEYHAN

İletişim: kitapphuzur_@hotmail.com

Sevmek.










Sevmek... Sevmek ne güzel bir kelimedir anne. Sevmek kelimesinde bile sev yazıyor. Peki sevmek mi zor? Yoksa sevilmek mi kolay ? Söyler misin anne? Sevgim bu kadar çokken, haddinden fazlayken ne yapabilirim anne? Asla olmayacağını bile bile ölüme gittim. Sorsalar bana sevilmek ne diye daha önce sevilmedim ki anne nereden bilirim ben? Sevmek kolaydır aslında: Seversin, çabuk bağlanırsın ama sonunda üzülürsün... Hayat çok kısa be anne. Küçükken neden diye hep sorardım. Neden insanlar hep en büyük hatamız sevmek derlerdi? Hiç anlamazdım. Çünkü sevmek ne bilmezdim. Ama şimdi büyüdüm; öğrendim; sevginin ne demek olduğunu anladım. Sevilmemeyi, herkesin sevmediğini anladım. Sevginin değerini anladım. Hayat kısa bence: Sevmeye değer! Sevin gene sevin sadece. Sevgiyi hayal etmek, belki gerçek olmayacak hayallerdir. Gene de insan bu hayallerin içinde mutlu oluyor anne. Benim mutlu olduğum, sevdiğim tek yer hayallerimdir. Sevgiyi hayal etmek, aslında kim olduğumuzu gösterir; sevgimizin aynasıdır hayaller...


YAZAR: KADER AK

26 Ocak 2017 Perşembe

DUYARSIZ KAFA YAPILARI

Günümüzdeki en büyük sorunlardan birisi de duyarsızlık.İnsanlar artık çevresindeki olaylara tepkisiz yaklaşımlar sergilemekteler.Bir birey olarak sorumluluklarımız var ve bunlardan biri de çevremizde karşılaştığımız olaylar karşısında kayıtsız kalmamaktır.Ne ekersin onu biçersin demiş atalarımız.
    Bencil düşünce ile hareket eden bireyler üç maymunu oynuyor.Bazı olayların ciddiyetine aldırmadan duyarsız davranılıyor.Duyarsız kafa yapısı ile yaklaşan bireyler duyarsızlaşmış nesiller yetiştiriyor.
     Kötü insanların zulümlerinden cok insanların suskunluğu üzüyor.Gaflette olan bu insanların suskunluğu bir çok canı acıtabiliyor.Duyarsız bireyler kötü insanlardan daha acımasızdır.Çünkü bir zulüm karşısında üç maymunu oynamak vicdanı olmayan insanlara yakışır bir harekettir.Bu insanlar ne kadar mükemmel olursa olsun bir kötülüğe göz yumacak kadar duyarsızlaşmışsa zulüm edenler kadar adamlıkdan yoksunlardır.
    Duyarsızlığı anlatmak için kullanacağımız her kelime kifayetsiz kalır.Gelecek nesilere örnek davranış katabilmek istiyorsak öncelikle duyarlı olmayı öğrenmeliyiz.Bu kafa yapısı ile hareket ederek zulüme hiçbir zaman boyun eğmeyiz.

MAHİ & MAİ





(Mahi)

Sakın dokunma; Dokunma bu zamansız gidişlerime, Çıkıp gelme ansızın, Ansızın alt üst etme yokluğunu içimde. Beni terk ettiğin şarkılarda yâd etme, Özleme, Seni gördüğünde; Seni her gördüğünde buğulanan gözlerimi özleme. Öyle bir şeysin ki içimde; Huzurun bile kalmadı işte; Kalmadı bende hiçbir hevesin... Vaktin neresindeyim bilmiyorum Vaktimi değiştirme, puslu gecelerde dağıtma sen(sis)liğimi... Kaybolmuşluğum ile bırak; Bırak bu şehrin en sessiz sokaklarında beni. Bilseydim döner miydim? Bilseydim onca sene sever miydim böyle? Dokunma biriken özlemlerime. Taşırma bırak kalsın içeride. Ne sen bilirsin kuruyan dudaklarımda tükenen seni, Ne de ben bilirim ıslanan dudaklarda beni kaç kez tükettiğini. Git şimdi. Karışma bu asi durgunluğuma. Bırak denizlerimi. Dokunma ayaklarınla... Bak şimdi rüzgârın uğultusu bir yön veriyor. Hangi yöne gitsem kimse bilmiyor. Kaybolduğum düş kırıklarında çıkma karşıma; Bu kuytu ormanlarda basma topraklarıma... Senin iklimin bu ayaz dağ havası değil, Senin mucizelerin de bir yâre özlem yok Gelme dedim işte. Git dağıtma sensizliğimi Bu çılgın gökyüzü bende sadece Gizlenme kaybolduğum gölgelerde Gizlenme mısralarıma Sen yazmasın ellerim, Yüreğim sen kusmasın bundan sonra! Öyle dertliyim ki, gelme. Sigaramdan sen dolmasın artık ciğerlerime. Dokunma işte. Öyle doluyum ki, Bir fırtına gibi eser yalnızlığım; Bitmez bundan sonra yaşanacak hiçbir gece... (Mai) Gidiyorum işte kalbime aldığım bir taş ile. Ne o taşı ısıtabildim kalbimde, Nede kalbimi soğutabildim o taş ile. Gidiyorum işte yalnızlığıma sensizliğimi katıp, Çığlıklarıma hıçkırıklarımı katıp Yollarıma diyarları katıp Gidiyorum işte aşkımla özlemimi alıp. Gidiyorum işte ey yâr, Ruhumu sana bırakıp. (MAHİ) Mevla şüphesiz boşa yaratmadı hiçbir şeyi Ne sevmeyi ne de terk edilmeyi, Onlarca ihanete hak etmeden üzülmeyi Boşa vermedi, vermedi bize... Aşk'a ayrılığı elbette layık görmedi, Elbette içimize bu yangını boş yere çizmedi, Boş yere geçmedi onca karanlık gece, Boş yere ağlamadık bir surete... Ateşin ucundan tutmamızı bekledi belki de, O'na ulaşan her derviş gibi Bir suretin yamaçlarından aşmamızı bekledi Belki de boşa değildi bunca çile, Belki de doğmasına sitem ettiğimiz o güneş; Getireceği mutluluklarla bedel olacak geçmişimize... İşte böyle sevdiğim. İşte böyle inciten bir son bizimki de. O kadar çok şey yazdım ki; O kadar anlattım ki özlemlerimizi Bazen çekilip herkesin uzağında bir köşeye Sessiz sessiz de ağladım kalemim tükendiğinde... Böylesi acı hatıraları, Tüketemedim içimde, Yıllar biriktiriyor ben kusmak istedikçe: Yıllar beni tüketiyor sana 'özledim' dedikçe. Kimse duyamaz ki sesimi, Kimse anlamaz bu çaresizliğimi, Seni aradıkça beni terk ettiğin bu şehirde Kendimi kaybettim, kendimi bu hain gecelerin sessizliğinde. (MAİ) Ben de sustum hain gidişlerimde. Sustum sana olan sevdamı haykırmamak için. Ne bir bakış ne de bir duraksama Hiçbir şey bırakmadım gidişlerimin ardında. Umutlanıp sonsuza dek bekleme diye. Her gidişimde sadece ayrılış yoktu bende. Yıkılış, kahroluş ve her seferinde ölüm vardı. Gittiğime bakma be gülüm. Hani derler ya kalbim seninle diye İşte ben ruhumu bırakıp gittim. Sustum sana olan sensizlik çığlığımı atmamak için. Koştum gözümden düşen tane görünmesin diye. Gizlendim sana olan sevgimi kimse almasın diye. Ben seni sevdim be gülüm kendimden vazgeçercesine. (MAHİ) Bekle; Geceden geliyorum sana... Bir kirpik refleksindeki uzun hayattan yani, Mavinin ürperten karanlığından düşerek Sana geliyorum yıldızlarını saklama.. Sigaramdan derin derin bir sessizlik çekerek Yani, ellerime bir çocuğun bile değmediği O katran siyahı kokunun adıyla... Neyse; Sana gelmek için bir mavi seçiyorum: Deniz değil ama, Çiçek değil; Bir gece, bir gece seçiyorum. Gölgesinde uzun kirpiklerin döküldüğü... Uzun hayatların tükendiği bir geceden Geliyorum, sakın ölme...

YAZAR: EMİN DİLER

25 Ocak 2017 Çarşamba

GEOMETRİ PSİKOLOJİSİ

Geometrik şekiller psikolojisi !!!

Renklerin insan psikolojisi üzerinde  etkisi olduğu gibi geometrik şekillerin de insan psikolojisi üzerinde etkisi vardır.Seçtiğiniz ya da sıkça kullandığınız geometrik şekiller psikolojiniz hakkında bazı ipuçları verir.Bazı geometrik kavramları psikolojide ne anlama geldiğine bakalım.

Rasgele Çizgiler: Dolaylı düşünme eğilimi içerisinde olduğunuzu ve kısmen bazı şeylerden rahatsızlık duyduğunuzu gösterir.

Yıldızlar: Umut,iyimserlik ve olumlu beklenti olarak yorumlanır.

Kutular: Yardımsever ve yardımcı eğilimli olduğunuzu gösterir.

Karışık Desen: Duygularını belli etmekten kaçınma olarak açıklanır.Takıntıları olan kişilerdir.

Paralel Çizgiler: Soğukkanlı ve ne istediğini iyi bilen kişilerdir.

Düz Çizgiler: Az ve öz konuşan kişilerdir.

Sıfır ya da Çarpı: Rekabete açıktır.

Zikzaklar: Arzu,heyecan,romantizm baskınlığını ifade eder. Dik ve keskin ise sinirliliği gösterir.

Daire: Sonsuzluk,birlik ve bütünlüğü ifade eder.Sakin olma eğilimi,arkadaşça ve esnek davranışçı görüşleri vardır.

Kare: Huzur ve ciddiyet anlamına gelir.

Üçgen: Karşıtlık,zıtlık,mantıklı ve rasyonel karar alma,cesur, öğrenmeyi seven olarak yorumlanır.

Artı: Karşı koyma,fedakarlıktır.

Elips: Kadınsılık,incelik ve yumuşaklıktır.

Bu tarz testler ile kişinin karakteri ve kişilik analizi yapılabilir.Örneğin bir çocuğun resimde sürekli yıldızlar çizmesi iyimser ve güzel beklentilerinin olduğunu gösterir. Ruhsal bozukluğu olan bir kişiye karışık renk ve şekillerde resimler gösterilerek neler düşündüğünü öğrenmeye çalışırken de geometri psikolojisinden yararlanılıyor.Psikolojide kullandığımız şekillerin insan üzerinde farklı etkisi olduğu için bu tarz testlerde tercih edilme nedenlerinden..






24 Ocak 2017 Salı

Hass Tane








Hasss tane !!!! Ne salgın ama! Doktorlar otomatiğe bağlamış, hatta görev karıştırmış!! Ara ara polisçilik oynamaya başlıyorlar. Gece yarısı, gözleri uykusuzluktan kapanmak üzere, hocam hasta var diye çağrılıp geliyor. Keşke gelmez olsaydım, ne polikliniğe, ne hastaneye ne de dünyaya diye iç sesiyle konuştuğuna yemin edebilirim. Biz mi korkuyoruz iğneden? O mu korkuyor bizden belli değil!! Kalabalığı görünce, kapanmak üzere olan gözleri öyle bir açılıyor ki! Doktorumuzun önceki hayatında uzaylı olduğunu düşünüyorum! Ağabey, o nasıl göz pörtletmek? Var olan iğne korkum, kat be kat arttı sayesinde.. Doktor kapıda ki kuyruğa bakıyor, ben doktora. Çık çıkabilirsen işin içinden. Hatta çıkarsan sana gözlerin kadar büyük madalya hediye edeceğim. Ne bu sıra biter, ne benim ateşim düşer deyip, beklemeye başlıyoruz. Aha ne oluyor orada? İçeriye girenler ışık hızıyla çıkıyor, bizim doktor amca bir an da polis gibi yat yat yat emirleri verip, jet hızıyla muayene ediyor. Herkesin suratından düşen bin parça ama neyse şimdi boşu boşuna kendimi korkutmanın alemi yok. Belki bana iğne yapmaz, serum takmaz... Ben de onlardan sayılırım sonuçta... Adımı mı söyledi o? Hızı sesine yansımış mübarek! Soyadımdan anladım bana seslendiğini, ayaklarım mehteran takımı iki ileri bir geri, gitsem mi? Gitmesem mi derdinde. Neyse bu saatte kimseyi kızdırmanın, bana faydası olacağını sanmıyorum. Ben en iyisi gireyim içeriye de ne halim varsa göreyim. Sakin ol Deniz, sakin ol Deniz... İç sesimle de başım belada. O bir sussa, ben "bir arkadaşa bakıp, çıkacaktım" diyeceğim ama nerede... O mu çok konuşuyor? Ben mi? Neyse doktor ya da polis fark etmez bu amcayı kızdırmak şu an isteyeceğim en son şey. Şimdilik kozlar onun elinde.. Ne zamandan beri ateşin var? Bulantı, kusma, ishal var mı? Ya da karın ağrısı? Hop dedik bey amca azıcık yavaş, vallahi anlamıyorum hızlı konuşunca. Hoş ben oldum olalı anlamam hızlı konuşanı, beynim error sinyalini çakar hemen! Buna rağmen ben de hızlı konuşurum, ama bu beni ilgilendirmez, karşımdaki düşünsün! Niye kocaman gözlerle bakıyor acaba bana? Cevap vermedin adama.. Ne, ne demişti o ha ateş? Hocam öğleden beri var. Ne var? Elinin körü var, zıkkımın peki var, var da var ama bunları sana söylememin anlamı yok. Ortamı kasmayalım. Ateşim... Peki, kusman? Hı hı, o da var. Benim gibisine başka soru sormaya tenezzül etmiyor. Eh, adam da haklı, sesimi kendim bile duymadım. Neyse, sırtımı dinlerken yumruk atmadığına sevinmeliyim, abeslang denen o çirkin aleti yemek boruma kadar soktuğu için üzerine kustum ama bunun için özür dilemeyi de bilirim. Doktor doktor olalı, benim gibisini görmemiştir eminim. Reçeteyi aynı ışık hızıyla yazıp, arkamdan beter ol dediğini duyar gibiyim. Ama şu an kavga etmeye mecalim yok! Geri dönüp, unuttuğum kağıdı öyle bir alıyorum ki doktorun elinden, sanırsın eski sevgilim de, verdiğim mektupları topluyorum. Ben de öyle bir hava, doktorda dehşet bir şaşkınlık... Bu sefer ben kaçıyorum; ışık hızıyla.. Şu serum bitse de gitsem, uyusam uyusam. Pamuk prenses olsam derin uykulara dalsam, cüce falan istemem beni uçan dinozor uyandırsın.. Beraber bu doktora vurup, kaçalım bu hastaneden... Neyse ki bitti, şimdi sevgili doktora yakalanmadan çıkmanın bir yolu olmalı.. Vay be, galiba ben onu korkuttum, raporumu bile peşin peşin vermiş. Acaba bir yerlere resmimi de astı mı ki? Çok eğlenceli olurdu ama olsundu... Bu günden sonra istifa vermezsen, seninle sivilde görüşelim... Sormak istediğim birkaç sorum olacak. Emin ol, kolumu üç kez acıtmanın hesabını sormayacağım sana :) Söz!! Deniz sözü...


Yazar: Deniz Kapaklıkaya



23 Ocak 2017 Pazartesi

Aşk Masumdur 2






Suna bana baktı ve gülümsedi. Mutlu olmana seviniyorum biliyor musun diye güzel güzel konuşmaya başladı benimle. Ben de şaşırdım açıkçası; yanında mutlu olduğumu hemen anlamıştı.
Şey, evet mutluyum dedim. Tam da o sırada arkamızda son model bir araba durdu ve Suna günaydın dedi. Sesinden kendini beğenmişliği belli oluyordu. Yada ben kıskançtım. Suna, günaydın dedi arabadaki adama. Adam arabadan indi, gelip Suna'nın elini tuttu. Deli olmuştum o an. Siz... diyebildim sadece... Suna, evet biz çıkıyoruz. Cengiz bu Berk, Berk sevgilim Cengiz ... Bu sözleri kalbimi yerinden söküp aldı. Benim öldüğüm andı o an... Berk! Otobüs geldi Berk... Suna'nın bu sözleri beni kendime getirmişti. Evet, lanet olasıca otobüs tam vaktinde gelmişti. Ben kekeleyerek iyi günler diyebildim sadece. Kimi kandırıyordum artık iyi gün yoktu benim için. Otobüse bindim. El salladılar bana, sanki mezarıma uğurlarmışçasına... Suna'nın yanında ben olmalıydım; bu haksızlıktı, yemin ederim ki bu haksızlıktı...

Yazar: İbrahim Asur

22 Ocak 2017 Pazar

SEVDİĞİMİZ ÜRÜNLERDE KARMİN BÖCEĞİ !!!

Sevdiğimiz ürünler içinde karmin böceği !!!


Karmin böceği Amerika'da ve Meksika'da kaktüsler üzerinde yaşayan bir asalak türüdür.Bu böceğin dişlerinden ve yumurtalarından çıkarılan reng pigmentleri kahverengi ve kırmızı renkleri bir çok üründe renklendirici olarak kullanılmaktadır.


pH ve sıcaklık değişimlerinden etkilenmediği için tercih edilir.Işığa maruz kalması sonucu bozulmayan tek doğal renklendiricidir.Kurutularak un haline getirilir.Sanayi,tekstil,kozmetik,... gibi birçok alanda kullanılır.

İslami açıdan bazı dönemlerde gündeme sıkça konu olmuştur.Mekruhtur.Ürünlerde E120 yazısını gördüklerinde karmin böceğinin kullanılmasından ötürü almamayı tercih ederler.

Bazı hassas bünyelerde alerjiye sebep olmasına rağmen kanserojen değildir.

En sevdiğimiz bazı ürünlerde kullanılan karmin böceği;

Salam


Sucuk


Pastırma


Sakız


Dondurma


Reçel


Meyveli yoğurt ve sütler


Salça


Kremalı bisküviler


Aromalı kahveler vs...

Karmin böceğinin iskeletini de cola yapımında kullanırlar.

Kaynağı:YEDİTEPE ÜNIVERSITESİ


GIDA MÜHENDİSLİĞİ


Sevdanın Oyası




Pencere kenarında oturmuş hayaller kurarak mendiller işleyen bir genç kız da bendim. Her yeni gün sabahında çeyiz sandığı başında alırdım soluğu. Baktıkça heyecanım katlanırdı.

İnsanın sevdasına kavuşma zamanını beklemesi ve buna günler kalması ne de güzel bir mutluluktu.

Merakla, heyecanla, mutlulukla gelmesini beklediğim günlerim sonunda geldiğinde artık aşkımın sahibinin olmaya hazırdım ama gelen tek bir cümle haber ile bir yangın da gönlümün adamı düşürdü yüreğime.

Katlanan heyecanlarım; içime sızan her miliminde işkence eden anlamayı bir türlü istemediğim ama acısını kalbimde hissettiğim bir acı olarak girdi zayıf bünyeme.


Tek tek ilmek ilmek mendillere dokuduğum hayallerim, gençliğim, güzelliğim vardı benim.
Hepsi sandıkta solmaya, çürümeye mahkum mendillerimde kaldı.

Geçmişim, geleceğim, umutlarım hayallerimin gözlerimde yanmasıyla uzaklara savruldu.

Hani derdi ya büyükler yürek bir kere yandı mı yangın da hoş gelir diye. Benimki yandıkça yandı, onsuzlukla kavruldu.

Benim sevdam bir daha elime alamadığım, alamayacağım oyalı mendillerimde kaldı.

İşledigim mendillerde vardı.


Ve tüm hayallerimle birlikte yine orada kaldı.

Kalbim o haberle içime saplanan oklar misali parçalandı.


Onu toprağa aldılar bir ömür, beni de soğuk bir yatağa..



En uzaklar onu da aldı.

Geride bir elsiz, ayaksız bıraktığı ben bir de bağlı kaldığım göz yaşlarımla yıkanan soğuk yatak kaldı.

21 Ocak 2017 Cumartesi

Kalifiye Blog Tanıtım



Merhaba Arkadaşlar,
Kalifiye Blog - www.kalifiyeblog.com siz değerli üyelerimizin reklamlarını ve tanıtımlarını daha iyi yapabilmek ve reklam gelirleriyle kitaplarını yayınlamak için oluşurulmuş bir blog sitesidir. Siteye dahil olmak ve yazılarınızı yayınlamak tamamen ücretsizdir. İstediğiniz türde yazdığınız makale, günlük, deneme, şiir ve düz yazılarınızı Mehmet Oğuzsağırcı aracılığı ile veya www.kalifiyeblog.com üzerinden direk kendiniz yayınlamanız mümkündür. Gönderdiğiniz yazılarınızın altında Gerçek İsminiz ve Kitabınızın ismi bulunabilir. Böylelikle blogumuz popülerleştikçe yazılarınızdan dolayı sizlerinde popüler bir kitleye sahip olması mümkün olacaktır. Ayrıca sitemize yazı gönderen arkadaşların kitapları yayınlandığında www.wattpadturkiye.com ve www.bilgitap.com (henüz faal olmayan kitap mağazası sitemiz) üzerinden reklamları yapılacaktır. Böylece Kalifiye Blog yazarı olan bir kişi kitlesini oluşturacak, google vb. arama motorlarında daha kısa sürede yer alacak, yazıları belirli bir sayıya ulaştıktan sonra sitenin reklam gelirleri ile kitabı hiç tutmamış olsa bile yayınlanacak ve yine kitabın reklam ve tanıtımı tarafımızca yapılacak.

Yazar: Cuma BOZKURT

Sebzeli Makarna

Gitme! Senin kokunu bastıran, lavanta kokulu oda parfümüne katlandım tam bir yıl. Gitme! Canımı acıtma benim, bırak elinden Hâki Yeşili bavulunu. Hem acır gibi buğulu gözlerle bakıp durma. Gitme! Çek elini kapıdan, sakın açmaya da kalkma. Gitme! Ağlarım bak. “Gitme” “Biz ayrı dünyaların insanıyız Ayhan” Bu ne demek şimdi? Ne demek ayrı dünyaların insanıyız? Ne yani sen uzaylı mısın? Tartışmalarımız oldu ufak tefek ama böyle bir bahane olmaz, olamaz. Dağınıklığını sevmiyorum de, tuvalete gidince klozet kapağını kaldırmıyorsun de, senden daha çok başka birini seviyorum de, ama de. Ayrı dünyaların insanıyız gibi saçma bir bahaneyle çıkma karşıma, neden gidiyorsun açık açık söyle yüzüme karşı. Babam mı üzdü seni, yoksa annem yine laf mı soktu. Ayda yılda bir görüştüğümüz ailem olmamalı bu gidişin sebebi. Ne o zaman Kader, ne? Amaan gidersen git be, yalvarmayacağım artık sana, endamını da al öyle git. Patlıcan karası gözlerin de kalmasın, zihnimden sök al onları da. Sevgililer Gününde aldığın kazak var ya dolapta, boncuk boncuk tüylendi hani, onu da al git. Çirkinleş, kötü sözler söyle ki giderken, özlemeyeyim seni. Ümitlerimi, hayallerimi de al öyle git. Sana olan sevgimi doldur ceplerine, onları da götür. Ojelerini de al dudak boyalarını da, bir sürü kremin var çekmecede, işime yaramaz onlar benim, götür. Saç tokalarını da unutma ha. Dudaklarımda dudaklarının ıslaklığı burnumda kokun, tenimde sıcaklığın var, ellerimde saçlarının izi duruyor hâlâ. Onlar bende kalacak ama değil mi? Bakma öyle bana, ne dememi bekliyorsun ki? Gitme dedim daha ne, diz çöküp yalvarmamı mı istiyorsun? Yok artık. Gözlerimde yaş arıyorsan bekleme, ağlamayacağım, hiç değilse sen gidene kadar. Beni perişan vaziyette görmeyi unut. Bir enkaz bıraktın geride ama belli etmeyeceğim sana. Özleyeceğim tabi ve unutmak imkânsız, hele yaptığın sebzeli makarnayı asla. Gereksiz konuşurdun bazen, hiç dinlemezdim, sinirlenince de çekilmez biri olurdun, susardım. Sinirli bir kadına söz söyleyecek kadar da aptal değilim tabi, bir söyle on işit. Son zamanlarda da gülmüyordun şakalarıma, senin bırakıp gideceğin belliydi. “Gidiyorum ben” “Hoşça kal” “Elveda” Elveda mı? Neden dedin şimdi bunu, nereden çıktı? Belki bensiz yapamazsın, belki tekrar döner gelirsin. Elveda demen şart mıydı şimdi? Kapıları yüzüme kapatman şart mıydı? Hâki Yeşili bavulunu çekerek gidiyorsun, tekerleklerinin gıcırtısı ise öldürüyor beni. İnşallah kırılırlar da çekemezsin bavulu, düğmesine bastığın asansör gelmez de gidemezsin inşallah, belki bu sayede biraz daha fazla görürüm seni, belki biraz daha fazla kazırım zihnime suretini. Gittin, son bir defa ardına bile bakmadan gittin, son bir defa gözlerimin içine bakmadan gittin. Soktun boğazıma yumruğunu, öyle bir vurdun ki burnumun direğine, sızlayıp duruyor. Hele sol yanım, hele sol yanımın acısını hiç sorma. Ağlamak geri getirir mi seni, ya bağırıp çağırmak, evdeki vazoları yere çalmak geri getirir mi seni. Kapıları, duvarları yumruklamak getirecekse eğer yaparım, parmaklarımı kırarcasına vururum her yere. Asansör yukarı mı çıkıyor? Aman Allah’ım! Yoksa geri mi geliyorsun Kader’im, bensiz yapamayacağını anlayıp dönüyor musun yoksa. Yine sarılacak mısın eskisi gibi, yine koklatacak mısın tenini? Yine pişireceksin bana o nefis sebzeli makarnanı değil mi? Yine güzel aşk kelimeleri fısıldayacaksın kulağıma değil mi? Ben hazırım gel, gel kollarıma Kader’im. Bekliyorum seni hâlâ kapının önünde. Bu kim? Asansörden inen bu endamlı güzel bayan da kim? Kumral, kocaman gözlü, Kader’im kadar uzun boylu bu güzel de kim böyle. Neden bakıyorsun bana ışıl ışıl parlayan kocaman gözlerinle? Gülümseyerek incelttiğin etli dudaklarınla, hem de yan dairenin kapısına yönelerek neden bakıyorsun? Tekrar tekrar bana gülümseyerek bakmanın bir sebebi var mı? Bir şeyler söyleyecek gibisin sanki, söyle haydi, bekliyorum. “Merhaba” “Merhaba” “Ben buraya yeni taşınıyorum da, adım Bahar” “Öyle mi? Hoş geldin Bahar. Benim adım da Ayhan” Ne kadar güzel bir sesi var, ne kadar yumuşak ve içten. Ne kadar güzel bir adı var, yemyeşil ormanlar gibi güzelliğiyle bütünleşen. Ne kadar büyük ve güzel gözleri var, ürkek ceylanları bile kıskandıran. Soğuk ve kasvetli kocaman salonumda bir güneş gibi doğdun Bahar, nemli bir yaz ortası sıcağı gibi ter bastı her yanımı. Baktığım her yerde parlayan bir çift göz görür oldum, Bahar’ın gözleri bunlar, cam gibi parlak ve pırlanta gibi çevresine ışık saçan. Saatler kovalıyor birbirini, ne çabuk akıyor zaman anlamadım bile. Tekrar görmeliyim onu, tekrar bakmalıyım güzel yüzünde parlayan bir çift göze. Bir bahanem olmalı ama. Hah buldum! Akşam aldığım çikolatalı pastanın yarısı duruyor dolapta. Bayanlar çikolatalı pastaya bayılır, benim en tatlı bahanem budur işte. İki dilim mi götürsem acaba, yok ya ayıp olur, birer dilim karşılıklı yiyelim anlamına gelir, en iyisi kocaman bir dilim. Of! Çok heyecanlandım, ne oldu bana böyle? Yüzüm de kızarmaz karşısında, saçma sapan da konuşmam inşallah. Kapıyı iki defa ve hafifçe tıklatayım ki nazik biri olduğumu anlasın. Derin derin nefes al oğlum Ayhan yatıştır heyecanını, biraz da tebessüm. Duymadı galiba, tekrar iki defa daha ama tıklamaların şiddetini azıcık arttır. Kapı yavaşça açılırken kalbim yine pır pır, yine koltuk altlarımda boncuk boncuk ter. Suçlusu sensin Bahar bu halimin, suçlusu kocaman ve pırlanta gibi ışık saçan gözlerin. Yine yapma bunu bana ama, etli dudaklarını incelterek gülümseme. Gözlerine bakmaktan görememişim, gülümseyince derinleşen gamzelerin de varmış senin. Aklımı başımdan aldın, ne diyecektim ben şimdi sana. Hah buldum! “Tekrar hoş geldin Bahar, sana çikolatalı pasta getirmiştim” “Ay çok teşekkür ederim” Yapma ama bunu, gülümseme böyle içten. Gözlerinizdeki ışık alabildiğince yanıyor siz gülümseyince. “Ben de yemek yapmıştım kendime, bir tabak vereyim. Hem yapmasını severim hem yemesini. Sebzeli makarna. Siz sever misiniz?”

Ayrı Dünyalar

Lüks bir restorana geldiler ve kendileri için rezerve edilen masaya oturdular. Bayanlar daha gelmemişti, sohbet ederek onların gelmesini beklediler bir süre. Ufuk kapıdan gelen eşi Pelin ve Sedef’i görünce önünü ilikleyip ayağa kalktı, Selim’i de omzundan tutarak kaldırdı. Çok güzel ve alımlı bir kızdı Sedef, boyu da Selim kadar uzundu. Karşılıklı masaya oturarak birbirlerini süzmeye başladılar. İlk konuşmaya Ufuk başladı. -Sedef bizim sitede oturuyor Selim, pek sık görüşmüyorduk ama okulu bitince artık sık sık görüşürüz. Sonra da Sedef’e dönerek Selim hakkında konuştu. -Selim de Sağlık Bakanlığı’nda çalışıyor, bizim üst makamımız yani. -Abartma Ufuk, devlet memuruyum işte. Selim’in yaptığı şakaymış gibi gülümsediler. Pelin de birbirleri hakkında konuşmalarını istedi. Selim önce kendisi sözü aldı. -Balıkesir’liyim, ailem İstanbul’da yaşıyor ben burada. Sağlık Bakanlığı’nda memurum, her ay yaptığım iş değişiyor. Mesela bu ay akli dengesi yerinde olmayanlar ile ilgileniyorum önümüzdeki ay değişir. Sedef’in yüzü değişmişti; -Ayy ben korkarım onlardan. -Korkacak bir durum yok aslında, yaradan öyle yaratmış. -Ne olursa olsun korkarım ben, benden uzakta olsunlar da. Bu sözü söyledikten sonra gülümsedi, Selim ise onun aradığı insan olmadığını anlamıştı. Garson yanlarına geldiğinde sustular. Üçü karışık ızgara söylediğinde Sedef; -Ben vejeteryanım, et yemiyorum maalesef. Ufuk da; -Balık yer misin Sedef? -Sevmem ama yiyeyim madem. -Rakı içer miyiz? Hepsi tamam dedi ama Sedef yine; -Ben beyaz şarap alayım, soğuk olsun. Garson siparişleri alıp gittikten sonra aralarında yine yapmacık gülüşmeler ve konuşmalar oldu. Sedef araya girerek kendinden bahsetmeye başladı. -Okul bitti artık, çalışmak istiyorum. Babam illa gel fabrikaya işçilerin başında dur diyor ama ben kafe açmayı düşünüyorum. Babamın işçilerinin başında duracağıma kendi işçilerimin başında dururum. Kirası ne kadar olursa olsun güzel bir yer bulursam hemen tutacağım veya satın alırım belli olmaz. İşlerim iyi giderse de başka yerlere açmaya devam ederim. Yemekler önlerine geldiği zaman Sedef bardağı işaret ederek Garsona; -Bu bardakta lekeler var, değiştirir misin? Selim dayanamadı; -Önündeki peçeteyle silseydin. -Bu onların işi, herkes işini yapsın. Selim bu söz üzerine Sedef ile bir geleceğinin olmadığını anlamıştı. Önlerine gelen yemeklerden yediler ve içkilerini içtiler, Selim ise arka arkaya içiyordu rakısını. Ufuk onu hafifçe dürterek; -Biraz yavaş birader gece daha uzun, arkandan kovalayan yok. Sedef bir ara “Balık az pişmiş ya, yiyemeyeceğim ben bunu” deyince Selim dayanamadı. -Dünyaya insanoğlu hükmeder, bir kuzu değil, bir inek değil, tabaktaki ölü bir balık değil, at eşek aslan kaplan değil, insanoğlu. Altı aylık kuzuyu öldürür önüne koyar ye diye, balığı öldürüp pişirir ye diye. İnsanoğlu tatmin olmaz, bir zaman sonra kendi ırkına hükmeder. Alkolün de vermiş olduğu cesaretle konuşuyordu, bir yudum daha aldı rakısından. Hepsi pür dikkat onu dinliyordu. Selim devam etti konuşmasına -Usta olur hükmeder, amir müdür patron başkan olur hükmeder. Bazılarımız senin gibi şanslı doğar, hayat önüne altın tepside sunulur çevresine hükmeder. Bazıları da şanssızdır maalesef, dört duvar arasında kendi pisliğinde ölümü bekler. Kimseden çıt çıkmıyordu, Selim’in lafı nereye getireceğini merak ediyorlardı. -İnsanoğlu açtır. Yemeğe de açtır sıradan insanların duyacağı saygıya da, hep daha fazlasını ister. Sosyal paylaşım sitelerindeki takipçi sayısının hep fazla olmasına açtır. Büyük olmak ister, büyükten daha büyük, bu sayede hükmedeceği insan sayısı da çoğalır. Ünlü olmak ister hayranları artsın diye, daha ünlü daha da ünlü. Zengin olmak ister insanoğlu, çok zengin daha da çok zengin. Diğer insanlardan kendisini hep ayrı tutar, onların yaptıklarını yapmaz. Hep özel olmak ister, özel olmasa bile başkalarına kendisini özel hissettirmeye çalışır. Rakısından bir yudum daha alıp Sedef’e doğru masanın üzerine eğilerek; -Kusura bakma güzel bayan özel değilsin, sadece öyle olduğunu zannediyorsun. Sen de benim gibi sıradan birisin. Masada bir sessizlik oldu. Sedef bir süre Selim’in yüzüne şaşkınca baktı, sonra doğrulup şarap kadehinin içerisindekileri Selim’in yüzüne serperek; -Ben buraya hakaret işitmeye gelmedim. Çantasını alıp sinirli bir şekilde oradan uzaklaşırken Selim peçete ile yüzünü sildi; -Söyleyeceklerim daha bitmemişti. Bazılarımızın gerçekler karşısında söyleyecek sözü yoktur, arkasını dönerek çeker gider. Son sözüm bu olacaktı. Pelin ile Ufuk şaşkınca olanlara bakakalmışlardı. Ufuk başını kaşıyarak; -Bu da neydi şimdi. Selim kendi kendine gülümsüyordu. Sarhoşluğun etkisiyle sallanarak sandalyesinden kalkıp Ufuk’a döndü, ellerini yanlara açarak; -Ben sözümü yerine getirdim doktor, özel bir kişiyle yemeğe çıktım. Şimdi sıra sende, yarın öğleden sonra sana Ayfer’i getireceğim tamam mı? Ama benim şeye, neydi bu kızın adı ya? -Sedef -Ha sedef. Benim sedef’e davrandığım gibi davranmayacaksın ona. Ayfer’i iyileştireceksin tamam mı doktor. Selim sallana sallana dışarıya doğru çıkarken Pelin; -Ben sana onların dünyaları ayrı dedim değil mi? -Ayrıymış evet.. AYFER 5. Bölümden alıntı Emin DİLER

yalnızlığım

Yalnızlığıma değer veriyorum ben. Oturtuyorum onu karşıma, susturuyorum önce. Çünkü en çok benimle o, susar ben konuşurum. Ben susarım o konuşur. Ona değer veririm ben çünkü beni bir tek o anlar. Hiç darılmaz bana. Ve en önemlisi ise susar hep dinler beni ve herkesten daha çok anlar beni. Nereye gidersem gideyim beni asla bırakmaz. Hep yanımda olur, beni sever de. Beni bu hayatta bir tek anlayan odur. Başkaları anlıyorum der anlamaz. Sevdim der sevmez. Gitmem der gider. Ve her gidiş bir vedadır. Her bekleyişte koca bir yalnızlık ve sensizliktir... Ne güzel demişler aslında, akillandıkça az konuşursun diyenler. İnsanların gerçek yüzlerini gördükçe daha çok seversin yalnızlığı. Ve daha iyi anlıyıp düşünürsün...

Sessizlik



Bazen kaçış, bazen farkına varış, bazen de rahatlamanın tek yolu. Susmak, kimi zaman duyguların en iyi ifade edilişi. Sana ne oldu sorusunun en güzel yanıtı. Boş konuşan onca insan arasında bir devrim. Olmuyor.Her zaman mutlu olamıyor insan. Kimi zaman duygularına yenik düşüyor işte. Elinden gelen tek şey sessizlik oluyor. Sessizce beklemek. Ne oldu sorusunu ilk kendine sormak. İlk kendi içinde halletmek. Ya da halletmeye çalışmak.Ne oldu bana ki bu haldeyim diye sorgulamak. Sonra kendince bir çözüm üretip yoluna devam etmek. Ve nedense böyle zamanlarda kimseyi de istemiyor çevresinde. Kendi sorunlarından ona vakit ayıramayacağından, belki o hengamede kimseyi kırmak istemediğinden. Yalnız kalınca daha iyi çözeceğinden. Kim bilir belki de gerçekten kimsesi olmadığından.. Bir sığınak gibi. İnsanlardan uzak bir sığınak. Bana göre en güzel kaçış yolu. Buruk bir tebessüm, yağmurun sesi, loş bir keman solosu gibi.

20 Ocak 2017 Cuma

Anatomik Aşk

Tüm dünyanın ortak sorunu haline gelen tek birşey var. İnsanlar yıllardır tanımını yapamadılar. Adına şiirler yazıldı, şarkılar bestelendi ama kanıt olarak ortaya birşey konulamadı. AŞK... Aşk nedir deyince her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Hatta öyle ki, söylenenler yüzünden kafamızda ki aşkın tarifi bile değişebiliyor bazen.
Aslında Aşk, vücüdun anatomisini bozan çok büyük bir olgudur.
O da beni sevecek mi, sevmeyecek mi? Vay efendim biz mutlu olacak mıyız? gibisinden milyonlarca düşünce üretiriz. Bu düşünceler de direk beynimizi hedef alarak, beyni düşünce yıkımına uğratır, hatta öyle bir etki yaratır ki, en son ne düşündüğünü hatırlayamayız. Beyini etkisiz hale getirip, kalbin sol tarafına geçer aşk olgusu. Kalpteki etkileri say say bitmez. Umut ederiz, sol taraftaki dolaşımı durdurur. Kaybetme korkusu yaşarız, sağ taraftaki dolaşımı dondurur. Ne yapar, ne eder ritmi bozmanın bir yolunu bulur. Sayesinde panik atak olduğumuzu sanarız. O derece..
Bitti mi? HAYIR!!
Onu iki dakika görürüz, elimiz ayağımız yarım saat titrer.. Sesini duyarız, dilimiz dolaşır kekelemeye başlarız. Hatta abartıp saçmalarız.. Eklemlerin de anatomisini bozduktan sonra hadi bakalım karın ve mideye...
Hazımsızlık sorununun baş düşmadır.. Düşündürüp, düşündürüp acıktırır. Sonra fazla geldi bu kadar yemek sana der, kusturur.. Buna da tamam. Peki, karnımızın içinde uçuşan kelebekler ne alaka.. İşte onu bende anlamadım. Sanki kelebekler içerde bir dans edip coşturuyor, bir oturup küstürüyor...
Gözlere gelince...
Onlar en müzdarip olanlar.. Bir bakmışşınız ışıl ışıl parlıyor, bir bakmışsınız ağlamaktan şişiyor, bazen gülümsüyor bazen hüzünleniyor. Sonunda ver elini, miyop ve hipermetrop..
Anlaşıldığı üzere AŞK, anatomimizi ele geçirip, istediği gibi yön veriyor.
Galiba, anatomim yerle bir oldu...
Aynı evren de senin de anatominin benim için bozulması dileğiyle...

Maskeli Balo

Yazıp yazıp silme günü bugün. İç sesin , sesine kulak asmama. Yine atma günü, kırılmışlıkların kırıklarını, kürek kürek yüreğin arkasına. Baş başa kalma günü bugün, sızıntılarınla. Feryat bastırma, haykırmak ama sessiz. Küçük değil, hiç olmayan harflerle konuşma günü bugün. Etrafın dolu olsa ne yazar ki, geldiyse heyheylerin, buhran saatlerin. Anlatsan ne olacak, sesin çıksa ne fark edecek. Ne değişecek? Anlaşılacak mısın anlatsan, en sade, yalın halini hisselerinin. Sahi sen anlıyor musun ki kendini?

Neden böyle durduk yere kasvet bastı bütün hücrelerimi? Neden baktığın yerde hüzünden başka bir şey görmüyorsun ki? Anlık bir şey, öyle eser geçer mi? Her zaman olmaz mısın lütfen, hiç çekilmiyorsun, kovmak gibi hatta kovmanın dibi olsun ki, git! Öyle bir git ki, ne yel görsün, ne rüzgar...

Bağırıp durma sen de, duyan yok işte kes sesini! O niye öyle, bu niye böyle? Orda onu dedi, burada bunu demedi, öyle bakmadı, sallanmadı yatmadı, bakmadı, sarılmadı, gülmedi falan... sus !!! Ne gücüm kaldı sana laf yetiştirmeye, ne ruhum. Al süpürgeni topla kırıntılarını, toparlan. Gelmek üzere iş saati, çocukların sesi, kahvaltı vakti. Yüzüne gülümseme, gözlerine parıldama, sevgiliye aşkla bakma, korkuna korkusuzluk, telaşına dinginlik, sivilcene güzellik maskesi...

“Yaktım gemilerimi, dönüş yok artık geri, tak etti canıma, bu maskeli balo, bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri...”

Maskeler hazırsa, başlıyoruz.

-Buyurun hoş geldiniz , ne içerdiniz?

19 Ocak 2017 Perşembe

Hayallerimi Boyuyorum

Koca koca insanların yapamadığı, bir şey varmış. En ünlü oyuncuların bile oynayamadığı bir oyun..

O kimsenin yapamadığı, oynayamadığı oyunu küçük bir adamdan öğrendim bugün.

Sabah yine erkenden uyanmış, giyinmiş işe gitmek için evden çıkmıştım.

Ve yine hatırlamak istemediğim ama bir türlü aklımdaki yerini silemediğim acı hatıralarımı düşünerek günümü zehir etme rutinime girmiş evime 2 durak mesafesindeki iş yerime doğru yavaş yavaş gidiyordum.

Ben hiç bir şey için acele etmezdim. O gittiğinden beri hiç elimin ayağıma dolaştığı telaşlı dakikalarım olmamıştı. Zamanını ayarlar ve yine aynı durağanlıkla eylemime devam ederdim.

Geçtiğim sokakların rengarenk tabelalarını değil soğuk, gri kaldırım taşlarını ezbere bilirdim.

Köşeyi dön, sağa geç buranın taşları kırık tıpkı kalbim gibi, bu sokağın karşı kaldırımı daha net. Kendimle günlük konuşmalarım genelde bunlar olurdu.

Bir de hayatımdaki geç kaldığım, yetişemediğim tek olay için kendimi dünyaya susturduğum nedenime üzülmek, pişmanlık duymak sonra kızmak vesaire vesaire..

O da geçti gitti işte.. Gitti.

Yine aynı kırık kaldırımlı sokağa geldim rutin eylemim olan karşı kaldırıma geçmek üzereydim ki. Benim gibi kaldırımlarla konuşan birini gördüm.

Ne yaparlarsa yapsınlar çevremdekilerle konuşmamak için canını verecek olacak ben ilk kez konuşma ihtiyacı hissettim. Ve merak ettiğim sorumu yönelttim.

-Hey küçük adam ne yapıyorsun bakalım?

Dedim kaldırımın kırık taşlarına eğilmiş kendi kendine konuşan ve bir şeyler yapan çocuğa doğru.

Önce bana baktı sonra kırık taşlara, bir kısmı boyanmış taşların yanındaki renkli tebeşirlere sonra tekrar bana. Ve bir sır verecekmiş gibi sessizce

"Kimseye söylemeyeceğine söz verirsen olur." dedi.

Öyle meraklandım ki anında

"Söz" kelimesini söyleyiverdim.

O da beklemeden

"Mutluluk oyunu oynuyorum abla" dedi.

Önce bir suskunluk yaşasam da ilk kez bir yere geç kalmayı göze alarak bir soru daha sordum.

"Nasıl bir oyunmuş bu?"

Kırık kaldırım taşlarını rengarenk tebeşirlerle boyayan küçük adam.

"Hayallerimi boyuyorum abla."

Dedi. Ve devam etti.

"Her gün istediğim bir şeyin hayaline benzeyen başka bir taşı boyuyorum. Dün annem oyun oynarken eve geç kaldım diye ceza olarak beni birazcık dışarıda bıraktığında buldum bu oyunu.

Bak şu evim dün boyadım nasıl olmuş? Pembe diye dalga geçme ama tamam mı? Hem beyaz da var orada. Bu da bugünkü hayalim mavi arabam. Bence evim daha güzel abla"

Diyen ardı ardına konuşup aklımı, kalbimi, umutlarımı saklandığı yerden tekrar gün yüzüne çıkaran bir çocuktan başkası değildi.

Ve bu çocuk bana hayatımın oyununu öğretmişti işte.

Sokakta fazlalıktan başka bir işe yaramayan kırık kaldırım taşlarıyla mutluluk oyunu ha. Ve hayatın tüm olumsuzluklarına rağmen olumlu bir yanını bulmak. Çocukluk ne de güzel şeydi..

Bu cevap öyle içtendi ki inanmak istedim. Belki ben de kan pompalama dışında bir işe yaramayan kırık kalbim için bir mutluluk oyunu oynayabilirdim. Ulaşamadığım hayallerimi boyayıp bir gün ulaşacağıma inanabilirdim.

Ve bunu yapmam için sadece bir çocuk masumiyeti gerekti bana, bir çocuk güveni, tek söz kelimesinin büyüklüğüne inanıp kendi için en önemli şeyi anlatabilme cesareti gerekti..

İSYANKAR MAHZENİ


Kimsesiz bir çocuk,sisli yollar
Yokluğun karanlık sokakları,
Islak kaldırımları seni arar..
Masum sessiz dökülen yaşları,
Yalnızlık kıyısında sarhoş 
Efkarlı sigaramın dumanı..
Mazi canlanır gözler önünde
Sitemli sensiz geçen gecelere..
Taze acısı kanayan yüreğe
Islanır soğuk yağmurunda,
Kuytu köşede..
Uzak içini ısıtan elleri,korkak
Uçurum kenarı çıkmaz..
Kinayeli kaderin kapıları
Kapalı isyankar mahzeninde..

 ELİF KOŞAK

DİL NİŞIN
kitabından..

18 Ocak 2017 Çarşamba

Sen Benim Sonsuzluğumsun Kitabının Yeni Bölümünden Kesit

Ayrılık sonu mudur aşkın? O zaman sonsa, daha çok bağlanmanın anlamı ne? Ayrılık mıdır aramıza giren? O zaman isyan etmenin anlamı ne? İmkansız olandır bitmeyen aşk! O zaman bu ayrılığı kabullenememenin sebebi ne?

Evet ayrılıyoruz, ama şunu bir de kalbim anlasa. Bedenim senden uzaklaştıkça, kalbim sana daha çok bağlanmasa. Sevgimin bitmesi gerekirken, o bir devin haykırışı gibi çoğalıp yankılanmasa olmaz mı? 

Umutla, sevgiyle bağlanmışken bu hayata, bir anda kopmak normal miydi? Avuçlarımdaki bütün umutlar kendi hakimiyetini sağlayarak benden en ücra köşeye gitmişti. Hissizlik hakimdi şuan. Bir yandan öfke tohumları bedenimi sararken gözümden akmak üzere olan yaşı kızgınlıkla sildim. Bana uyguladığı bu yargısız infazı ona misliyle ödeteceğimi aklıma kazıdım. Ne demişti bana? 

'Seni sevdiğim için kendimi öldürmek istiyorum...' 

Bu kadar basit miydi aramızdaki yaşananlar? Bu kadar değersiz miydi o anlar? Bu kadar güvensiz miydi beni dinlemeyecek kadar? Öfkesi, kini bitirmişti bizi. Bir kağıt parçası uğruna ikimizi de paramparça etmişti. Bana değil de o adama inanmıştı. Neden? Hiç tanımadığı bir adama güvenecek kadar ne yazıyordu o kağıtta? 

Daha doğrusu babam mı öldürmüştü Barbaros'un ailesini? Yapmaz,benim babam bunu bize yapmaz. Kafamda dönen düşünceler beni kemirip bitirirken saçlarımın diplerini çekiştirdim. Çıldırmama ramak kalmıştı. Her şey o kadar üst üste gelmişti ki delirmek üzereydim. 

İrice açılmış gözlerimle etrafımı taradım bir süre. Kağıdı belki bir yere fırlatmıştır diye yerlere iyice baktım. Deponun girişindeki buruşmuş kağıt parçasına gözüm ilişince oraya adımladım. Yerdeki buruşmuş kağıdı alıp titreyen ellerimde açmaya çalıştım ama bir türlü beceremedim. Bunun verdiği sinirle kuvvetli çığlığım depoda yankılandı. 

Gözlerimi kapatıp derin derin nefesler alırken sakin olmaya çalıştım. İçimden kendime telkinlerde bulunurken yavaşta gözleri açtım ve sakince buruşmuş kağıdı açtım. Belgeye göz gezdirdiğimde tanıdık gelen bir metin olduğunu gördüm. Bu metinin farklı açıdan bir kopyası vardı bende. Babamın özel şahsi kasasından gizlice aldığım kopya. Elimdeki belgelerde babamın suçlu olduğu yazıyordu ama benim ele geçirdiğim belge bu belgenin tam tersine Şevket soyluyu suçluyordu ve bununla ilgili belgenin kenarına yapıştırılmış bir çip vardı. Kanıt olan çip.

Aklıma gelen fikirlerle yüzümde sırıtış peydah olundu. İntikam vakti gelmişti ve ben hiç vicdanlı davranmayacaktım. Sonuçları ne kadar kötü olursa olsun o adamı ortadan kaldıracaktım. Bu benim babama  bir borcumdu ve bu borcu en kısa zamanda kapatacaktım. Barbaros'a gelirsek bu işlerden payını alacaktı. Hemde fazlasıyla.

17 Ocak 2017 Salı

GÜNÜMÜZ EĞİTİM SİSTEMİ

Günümüz eğitim sistemi benim okulu bıraktığım zamana göre ciddi bir çöküşün eşiğinde .Daha bu gün haber bülteninde orta okul ve liselerin eğitim kitaplarındaki konuların daraltıldığını ve tarih derslerindeki bağzı liderlerin kitaplardan kaldırıldığı ve yakın tarihin ön plana alınacağı artı bununla da kalmayıp bilim dalındaki çok ilerlemeyi hedeflediğimiz fen bilgisi kitaplarındaki bir takım tartışmaya açık konuları işlenmeyeceği açıklandı.

    Halbuki zaten okul eğitiminin yeterli olmadığı bir çağda yer alıyoruz.İlk okulda verdikleri hayat bilgisi kitapları ile çocukların kişisel gelişimine katkı sağlandığını düşünerek iyice sarpa sarıyoruz. Ardından orta okulda yarım yamalak öğretilen inkilap tarihimizle övünüp fen dalında sadece oluruna yaptığımız deneyler ile yüksek hedefler kuruyoruz. Ne kadar komik değil mi ?

 Üstüne üstün bide bu eğitim sisteminin ardından kurduğumuz üniversite hayalinin üstüne limon sıkarcasına pahalı bir ceketin etiketin de yazan fiyat rakamı gibi dudak uçuklatan puan barajları belirleyerek dalga geçiyorlar.Sanki Oxford bilmem nesi üniversitesine alacaklarmış gibi

E hali ile gençlerimiz yıllarını kurdukları  üniversite hayali ile heba edip hem işsiz kalıyor hem gelecek hayallerinden mahrum kalıyor ve üstelik akıllarında kalan yalan yanlış tarihlerin kuşatması ile beyinlerini teslim ediyor. şahsen ben bu duruma düşse idim eğer . Nağlet olsun benim okuduğum okula derdim (Not: diyenleri duyar gibiyim)

  Benim okulu bıraktığım yıllarda da durum pek farksızdı açıkçası . Okul eğitiminin yetersiz kaldığını ta o zamanlardan anlamıştım. Çünkü ne Edebiyat dalında nede tarih, coğrafya öğretmenleri gençleri okul sonrası yada teneffüs arası eğitimine sürükleyecek ne bir araştırma konusu nede bir kitap tavsiyesi yapıp beyinleri yönlendirmeye yol gösteriyordu. Durum çok ciddi gençler...Dış görünüşe aldanmamak gerek çok eğitimli bir sistem öne çıkarılmış gibi övüne övüne gördüğümüz eğitim sistemi bizi oldukça dibe oldukça cahiliye dönemine sürüklüyor.

  Hal böyle olunca 2016 yılında dünyada da alay konusu olduğumuz kitap okuma yüzdesi ortaya çıkıyor. düşünebiliyormusunuz? Ülkemizin dünya genelinde kitap okuma yüzdesi,yüzde 00 .03 ..! şaka değil bu gerçek. Bu yüzdenin,yüzde 00 .02 sini Eskişehir karşılıyor geriye kalan yüzde 00.01 ini yurdumuzun geneli . Ne diyelim o zaman iyi ki bir Eskişehir imiz varmış. Yakında  tıpkı 1954 yılında kapatılan köy enstitülerinin kapatıldığı gibi kütüphanelerimizin de kapatılması an meselesi olabilecek derecede yol almış bir eğitim sistemi hat safa da.

Günümüz eğitim sistemi oldukça yetersiz gençler. Bakın ben lise terk biri olarak bu konuya varıyorum ama bağzen demiyorum değil iyi ki de bırakmışım okulu . Neden mi? Bu insanları okuldan koparmaya teşebbüs olarak görülmesin ama eğer bırakmasaydım kitaplara yönelemeycektim elbet. Bu her sene saçma sapan bir hal alan eğitim sisteminde yani günümüz gençlerinin acınası halleri içinde rol oynayacaktım. Bakın benim anlatmak istediğim açıkçası şu okul eğitimi hiç bir zaman yeterli olmamıştır. kendinize teneffüs aralarında okuyacak bir kitap bulun. Ağaç sulandıkça güzelleşir insan okudukça.Tek bir kitaba bağlı kalmayın hiç bir  zaman .      Dünya klasikleri ile başlayabilirsiniz mesela hatta bir kaç tane size önereceğim yazımın sonunda.Araştırmacı yönünüzü keşfedin , okudukça araştırmayı öğrenin bu hayat boş geçmemeli gençler. Bilgilendikçe yazma isteğinizde artacaktır.Şiir okuyun edebiyat yapın (not 2: edebiyat her zaman bir adım önden yürütür gönül ilişkileri yolunda .) Hadi bak taktiğide kaptınız iyisiniz iyi. Yazar yönünüzü test edin . Beyin evren gibidir gençler bilgilendikçe genişler fakat nato kaldıkça daralacaktır. Dediğim gibi gençler hayat zaman geçirmek için iyi bir yer bunu iyi değerlendirin :)

Eminim bu yazıyı yazarken bana sesiyle eşlik eden Marilyn MONROE de yaşasaydı aynı şeyi düşünürdü (Not 3: abi hastasıyım bu kadının o ne güzel bir sestir ya kıskanırım siz sakın dinlemeyin sakın ha ) Hadi kalın sağlıcakla ....

Klasiklerden Önereceğim bir kaç kitap ismi;

MAKBET
Beyaz geceler
Suç ve ceza
Savaş ve barış
Sefiller (kalın versiyon)
Kürk mantolu madonna(2016 yılında ülkemizin cahillerle dolu olduğunu kanıtlayan kitap)
Nar ağacı 
Sherlock Holmes serisi (şiddetle) neyse şimdilik yeter bu kadar..

Günün sözü: Bir ahmak ile tartışıyorsan iki ahmak tartışıyor demektir.

Üzme Beni




*** Bir minibüsün içinde bir yere gidiyoruz. Kalabalığın amacını anlamasam da ağlayan insanlardan kötü bir şey olduğu açık. "İçimden inşallah kimseye bir şey olmamıştır" diyorum. Çevremde arkadaşlarım var en sevdiğim hocam bana baş sağlığı diliyor "üzülme" diyor. Baş sağlığı dilediğine göre birisi vefat etmiş diye düşünüyorum ama kim olduğunu bilmiyorum. Bir yakınım olduğu kesin ama kim olduğu belli değil. Sonra birisi "O" diyor "O" sevdiğin adam öldü' Öyle kolay söylüyor ki. "Ne" diyebiliyorum sadece "Ne?" "Nasıl olur? " Tabiki inanmıyorum. İnanamıyorum ki. Hayır bu olamaz diyorum kendi kendime. Hem o beni bırakmaz ki. Göz yaşlarım ardı ardına dökülürken bir bakıyorum ailemin yanına gelmişiz. Kimse anlamasın diye söz geçiremediğim gözlerime tekrar tekrar "ağlama anlayacaklar" deyip göz yaşlarımı siliyorum ama kimin ne anladığı ya da anlamadığı gözlerimin de kalbimin de umurunda değil. Yaşlarım sevdiğimin yasına karışarak akmaya devam ediyor. Herkesten kaçıp kuytu bir yer buluyorum, ağlıyorum. Ama bu kez e onu son kez görme umudunu kaçırma korkusuyla kalabalığa tekrar karışıp kendime bir yer buluyorum ve yeni yerime çivilenip kalıyorum. Ağlıyorum. Yapabildiğim tek şey bu sadece ağlıyorum. "Sus" diyorum hıçkırıklarımın geldiği yere "sustur beni akmasın göz yaşlarım anlayacaklar" ama olmuyor ki onlar akıyor benim suçum yok ki. Ya içime ne demeli yüreğime ne demeli niye bu kadar acıyor, yanıyor burası, öldürecek gibi ama öldürmüyor. Canım, bedenim,ruhum,kalbim, içim, dışım çok acıyor. Niye? Ben sadece çok sevdim. Bu acıların sebebi benim sevgim mi? Keşke o değil de ben ölseydim ya diyen kalbim mi suçlu? Olmaz mıydı öyle? Bu acıyı ben bilmeseydim bencilce olsa da bu ben bilmeseydim olmaz mıydı? Bana bunu nasıl yaptı diye ona çok kızıyorum, ağlıyorum. O gitmiş ben, ağlıyorum. Ben de gidemiyorum, ağlıyorum. Dünyamı yıkmışlar, canımı, kalbimi, ruhumu söküp almışlar. Her şeyimi, tek şeyimi benden almışlar. Daha fazla dayanamayıp bağırmaya başlıyorum. Uyandığımda hıçkırıklarım hala devam ediyor, hala bağırıyorum. Kan ter içindeyim. Daha kendime gelememişim. "Kabus muydu yani" diyorum hala inanamıyorum ama en çok ona inanmak istiyorum arkadaşlarımın biri su içiriyor, bir diğeri sarılıyor, diğerleri geçtiğine ikna etmek istercesine "geçti tamam sakin ol" diyorlar. Kendime geldiğimde daha çok ağlamaya başlıyorum. Sadece "Allah'ım çok şükür. Çok şükür onu benden almamışsın". Diyebiliyorum. Biraz sakinleşip oturmaya başladığımda arkadaşlarımın da soruları başlıyor. "Ne oldu, niye böylesin, nasılsın?" "Sonra" diyorum sadece "sonra anlatırım söz" deyip tekrar yatağa uzanıyorum. Gözlerimi kapatmamla uykuya dalıyorum ama kabus devam ediyor. Hala yas yerindeyim. Bu kez çırpınıp uyanmaya çalışıyorum "rüya değil miydi" diyorum "rüya değil miydi?" Tekrar rüya olsun diye içimden dualar ediyorum. *** Sonunda tekrar uyanmayı başarıp oturuyorum ve sabahın olmasını bekliyorum. Ben seni kaybederim korkusuyla en sevdiğim ikinci şeyle savaşıyorum adam, uykuyu düşman biliyorum artık..

Hayal Oyunu kitabından bir kesit. "Üzme Beni"